Risk Altındayız, Önemler Yetersiz!

Son günlerde Türkiye genelinde meydana gelen büyük ölçekli ve Kocaeli ilimiz sınırları içerisindeki Gebze, Derince, Dilovası, Körfez ve Karamürsel ilçelerinde meydana gelen ufak çaplı depremler halkı tedirgin ediyor.

PAYLAŞ
TAKİP ET Google News ile Takip Et

17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli depremin üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen yeterli önlemler alınmaması, vatandaşların en büyük korkusu haline dönüşen bu doğal afetlerin sonuçları hakkında endişelenmesine sebep oluyor.

 

17 Ağustos 1999 saat 03.02’de meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki depremde 17 bin 480 kişi yaşamını yitirdi. Resmi rakamlara göre 23 bin 781 kişi yaralandı, 505 kişi sakat kaldı, 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 işyeri hasar gördü. Yaklaşık 16 milyon kişiyi etkileyen depremde İstanbul’da 454 kişi yaşamını yitirdi, 18 bin 162 konut oturulamayacak hale geldi.

Deprem sonrasında yapılan araştırmalar, İstanbul’u vuracak asıl büyük depremin 30 yıl içinde meydana geleceğine dikkat çekti. Uzmanlar bu tehlikeye karşı İstanbul başta olmak üzere fay hattının hasar verebileceği bölgelerde önlem alınmadığını hatta depreme karşı daha da hazırlıksız olduğumuzu söylüyor.

Türkiye’nin en büyük şehirlerinden olan İstanbul ve Kocaeli’de nüfus artmakta, yatırım artmakta ama deprem tehlikesi de artmaktadır. Böylece kayıp riskleri de sürekli artmaktadır. 7 ve daha büyük bir depremin kişi başına fiziksel kayıp değeri 10.000 -15.000 dolar arasında olabilecektir. Merkezi ve yerel yönetimlerin İstanbul ve çevresinde nüfus ve yatırım artışını azaltma gibi bir strateji ve politikaları olmadığı gibi, 1999’dan bu yana son 18 yıldır risk azaltma yönünde önemli bir gelişme de yoktur. İstanbul’un 1999 depremi öncesinden daha az riskli olduğunu söylemek çok zordur. Zaman eylem zamanıdır. Bu gidişle, il nüfusu önümüzdeki 10 yılda 25-30 milyona, ilçeleri 1 milyona erişecek bir mega-şehir için, plansız büyümesiyle, mevcut yasa ve yönetmeliklerle, örgütlenme şeması ve yetki dağılımlarıyla ve risk azaltma kültürüyle beklenen “Büyük İstanbul Depremi”nin altından az kayıpla kurtulması olanaksızdır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin internet sitesinde ’’Afet Önleme Temel Planı’’ adlı raporda (2002), Japon JICA kuruluşu ile yürütülen çalışmanın neticesinde, ortaya konan 4 farklı deprem senaryosunun muhtemel kayıp ve hasar durumu şu şekilde belirlenmiştir:  İstanbul’da 7,5-7,7 büyüklüğündeki bir depremde, yaklaşık 750.000 binada bulunan (İstanbul’daki bina sayısı yaklaşık 1.500.000 civarındadır) 3.040.000 hanede 9.000.000 kişi etkilenecek ve 60.000 ağır hasarlı bina, 600.000 evsiz aile, 90.000 ölü, 500.000 yaralı, 140.000.000 ton enkaz ortada kalacak ve de 40.000.000.000 dolar maddi kayıp oluşacaktır. Ayrıca 1.000.000 kişinin de kurtarılması için büyük bir insan gücüne ihtiyaç olacaktır. Böylesine önemli ve çok ciddi bir rapordan kaç İstanbul’unun haberi vardır? İstanbul milletvekillerinden kaçı bu tabloyu bilmektedir? İstanbul’u yönetenler bu tablodan ne kadar haberdardır?  Görüldüğü gibi netice felaket… Marmara Depreminin İstanbul’un yanı sıra Kocaeli, Sakarya, Yalova ve Bursa’yı da etkileyeceği göz önünde bulundurulursa Türkiye sanayinin can damarları bu illerdeki tahribatın ülkemizin can ve mal güvenliği ile ekonomisini nasıl ortadan kaldıracağını düşünmek bile insanı ürkütmektedir. Ülkenin ve halkın hayat hakkını elinden alacak depreme karşı, hiçbir şey yapılmadığını bilim adamları bas bas bağırırken ülkeyi ve bu muhteşem şehri idare edenlerin sessizliği insanımıza yapılan haksızlık ve ötesinde kötülük değil de nedir? Kentsel dönüşüm acaba deprem odaklı mıdır? Kentsel dönüşüm adını rant için yapısal dönüşüm diye değiştirsek daha doğru olmaz mı? Bugün ya da 50 yıl içinde olabilecek bir deprem için İstanbul’u kurtarmak adına herkesin canla başla çalışması gerekmez mi? Toplantılar, bildiriler, yazışmalar, yönetmelikler hep gündemdeki yerini koruyor. Ama iş yapılıyor mu? Bilinmez…

     Dünyanın giderek ısınması, insanlığı tehdit eden virüsler, uzayda meydana gelen ve henüz ne olduğu bilinmeyen ve de dünyayı doğrudan etkileyen bazı gökyüzü olayları acaba insanlığın sonunu mu hazırlamaktadır? Dünyanın dengesi mi bozulmaktadır?  Dünyada meydana gelen depremler, tsunamiler, hortumlar, buzulların hızla erimesi ve patlayan volkanlar insanoğlunu çok ciddi tehlikelerin beklediğini göstermektedir. Dört buçuk milyar yaşındaki tabiat ana kendisinden alınanları geri mi istemektedir? Bilim adamları depremlerin, volkanların, hortumların, çığların, kuraklıkların sebebinin küresel ısınma olduğunu iddia etmektedirler. Küresel ısınma nedir? Sanayi devrimi sonrası insanoğlunun teknolojide hızla ilerlemesi neticesinde atmosfere salınan sera gazlarının (karbondioksit, metan, azot oksitler, kloroflorokarbon, ozon ve su buharı) miktarlarının artmasıyla atmosferin alt tabakalarındaki sıcaklık artışına küresel ısınma denilmektedir. Sera gazları güneş ve yer radyasyonunu tutarak atmosferin ısınmasında önemli rol oynamaktadırlar. Diğer taraftan bilim adamları dünyayı bir anda yok edebilecek güçte büyük tehlikelerin de varlığından bahsetmektedirler. Tüm kıtaları etkileyecek levha hareketleri sonrası meydana gelecek büyük depremler, ABD’nde Yellow Stone’daki büyük volkanik patlama ya da Japonya, Endonezya’daki volkanik patlamalar, küresel ısınmanın hızla artması ve bir meteorun dünyaya çarpması dünyayı bir anda yok edebilir. İşte bu felaketlerin içinde yer alan deprem, yerkürede hemen her gün olmakta ve büyüklüğüne göre insanoğlunu hüzün, yokluk ve çaresizlik içine itmektedir. Yerkabuğu, birbirinden ayrı ve devamlı hareket halinde olan ve zaman zaman birbirlerinden uzaklaşan, zaman zaman çarpışan ve birbirlerini iten levhalardan oluşmuştur. İşte bu levhaların hareketliliği ve yer değiştirmesinin sonucu yerkabuğunda meydana gelen titreşimler depremleri meydana getirir. Deprem, yerkabuğundaki kırık düzlemleri boyunca biriken enerjinin aniden boşalması ile meydana gelen yer değiştirme hareketlerinin yeryüzünü sarsması hadisesidir. Kısacası deprem, kayaların elastik yamulma sonrası kırılmasıdır. Levha hareketlerinin birer ürünü olan faylar, fay sistemleri depremlerin meydana geldiği hareket alanlarıdır. Üzerinde yaşadığımız Anadolu Levhası’nın bu karmakarışık yapısı, bundan yaklaşık 11 milyon yıl önce Arap levhasının Anadolu levhasına çarpması sonucu oluşan bir jeolojik yapıdır. Güneyden ve kuzeyden sıkıştırılan Anadolu bir zeytin tanesinin sıkıştırılıp çekirdeğinin fırlaması gibi her yıl batıya doğru 2,5 sm. ilerlemektedir (Ş.1). Bu ilerleme sürekli olmakta ve sonucunda kırılmalara bağlı depremler meydana gelmektedir. Depremlerin meydana gelmesinin sebebi olan fay nedir? Fay, yerkabuğundaki levhaların yer değiştirmesi sırasında çıkan enerjinin artması neticesinde kayaların bir kırılma düzlemi boyunca bulundukları yerlerinden ayrılması sonrası meydana gelen bir yapıdır. Yani bir kırıktır. Ülkemizde deprem üreten en önemli fay sistemleri Kuzey Anadolu Fayı (KAF), Doğu Anadolu Fayı (DAF), Batı Anadolu Tektonik Hatları (Ege Grabeni), Güney Doğu Anadolu Sıkışma Zonu, Ecemiş Fayı’dır. Ayrıca deprem üreten birçok fay ve fay sistemleri de bulunmaktadır. MTA Genel Müdürlüğü’nün yaklaşık yetmiş yıldır yapmış olduğu jeolojik, tektonik ve jeofizik çalışmalar sonrasında ülkemiz sınırları içinde deprem üretebilen diri fay veya fay segmenti sayısı 485 adet olarak belirlenmiştir. (Ş.2). Yaşadığımız bu coğrafyanın yaklaşık %90’nı, nüfusumuzun %95’i ve sanayi tesislerimizin tamamına yakını bu deprem kuşakları üzerinde yer almaktadır. Ülkemizde 29 Nisan 1903 – 9 Kasım 2011 tarihleri arasında geçen 108 yıl içinde büyüklüğü 6.1 (Bigadiç-Balıkesir) – 7.9 (Erzincan) arasında 45 adet yıkıcı deprem meydana gelmiş ve bu depremlerde resmi rakamlara göre 78.136 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Tarihi kayıtlardan öğrendiğimize göre İstanbul’da 10 Eylül 1509’da meydana gelen büyük depremde (Küçük kıyamet/Kıyamet-i Suğra) 10.000, 22 Mayıs 1766 depreminde de 4.000 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 

 

(Ş.1 Kaynak: jeofizik.kocaeli.edu.tr))

 

 

(Ş.2. Kaynak: www.mta.gov.tr)

Dünyada meydana gelen 7.6-11.0 büyüklüğündeki depremlerde ise tahminen 2 milyon kişi hayatını kaybetmiştir (1556 yılında Şanci-Çin’de meydana gelen depremde 830.000, 2004’de Güney Asya’daki Sumatra depremde 300 binin üzerinde insan hayatını kaybetmiştir). Bütün bu sonuçlar dünyanın her an depremlere hazırlıklı olması neticesini gündeme getirmiştir. Ancak her türlü tedbirin alındığı Japonya’da dahi 2011 yılında meydana gelen 8.9 büyüklüğünde deprem sonrası meydana gelen ve dalga yüksekliği 40 metreyi bulan tsunami dalgaları tahminen on bin kişinin ölümüne yol açmıştır. Tsunami dalgaları Fukuşima nükleer santraline de zarar vermiştir. Tsunami nedir? Bu konuda Prof. Dr. Ş. Ersoy şunları yazmaktadır: ’’Tsunami deniz tabanının düşey hareketinden kaynaklanan uzun okyanus dalgalarıdır. Normal okyanus dalgaları ortalama 100 m dalga uzunluğuna sahip olabilirler. Karşılaştırma yapılacak olursa tsunamilerde dalga uzunluğu 200 km'ye kadar çıkabilir. Ayrıca Tsunami diğer normal okyanus dalgalarına göre daha hızlı hareket eder. Normal okyanus dalgalarının hızı 90 km/s iken tsunamilerdeki hızı 900 km/s ve üzerinde olabilir. Hız ve su derinliği arasındaki ilişkiden dolayı, dalgalar sığ kıyı sularına eriştiklerinde birbirlerinin üzerine yığılır biçimde aniden yavaşlarlar. Bu dalga yüksekliğinin sakin su seviyesinden çarpıcı bir biçimde artmasına neden olur. Bazı verilere göre bu dalgaların normal deniz seviyesinin 20, 30 hatta 40 metre kadar üzerine çıktıkları belgelenmiştir.’’ Ülkemizde kıyılarımızda ve Marmara Fayı sonrası okyanuslarda gördüğümüz güçte olmasa bile Marmara içinde küçük çapta tsunamilerin olacağı bilinmektedir. Yirminci yüzyılın en sarsıcı iki depreminden biri 1960 yılında Şili’de 9.5 ve 1964’de Alaska’da 9.2 büyüklüğünde meydana gelmiştir. Ülkemizde ise 1939’da Erzincan’da meydana gelen depremin büyüklüğü 7.9, 1999’da Kocaeli’ndeki depremin büyüklüğü ise 7.6’dır.     

 

(Ş.3. Kaynak:www.maps.com)

(Ş.4 Kaynak: iujfk.files.wordpress.com)

Dünyadaki depremlerin meydana gelmesine sebep olan tektonik hatlar (Ş.3,4)’de çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu haritalarda görüldüğü gibi büyük depremler genellikle levha kenarlarında meydana gelmektedir. Dünyada iki büyük deprem kuşağı vardır.

1. Alp-Himalaya Kuşağı: Bu kuşak içinde Kuzey Afrika ülkeleri, İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, İran, Azerbaycan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan yer almaktadır.

2. Dünyadaki depremlerin %80-85’nin meydana geldiği kuşaktır. Bu kuşak içindeki ülkeler ve adalar; ABD, Şili, Peru, Meksika, Kamçatka Yarımadası, Japonya, Filipinler, Çin, Endonezya ile Pasifik Okyanusu üzerindeki adalar.

Günümüzde depremlerin nerede nasıl meydana geleceği, büyüklüğünün ne olacağını belirleyen bilimsel ve teknolojik bilgi ve bulgular henüz bulunmamaktadır. Ancak deprem öncesi tabiatta meydana gelen bazı değişikler deprem habercisi olarak kabul edilmektedir. Sismik dalga hızlarının değişiklikler göstermesi, yerin manyetik alanında olan değişiklikler, yer kabuğundaki deformasyonlar, su seviyelerinde görülen değişimler, suların radon, karbondioksit, metan oranlarının artış göstermesi, su sıcaklıklarının 1-2 derece artması, hava akımlarında görülen ani değişiklikler ve sıcaklık artışları, sakin olan denizlerin aniden dalgalanması ve başta karıncalar olmak üzere kuşlar, kelebekler, köpekler ve diğer hayvanlardaki ani değişiklikler bir depremin olabileceğini gösteren bazı faktörler olarak ifade edilmektedir. Ne var ki, bu konuda jeoloji ve jeofizik bilim dalları ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Depremler odak derinliklerine göre sığ depremler ( 0-60 km. derinlikte), orta derinlikte depremler( 60-300 km. derinlikte) ve derin depremler( 300 km.den daha derinde) diye adlandırılırlar. Ülkemizde meydana gelen depremler sığ depremlerdir. Bu depremler küçük bir alan içinde hissedilirler ancak çok büyük hasarlar meydana getirebilirler. Depremler sırasında açığa çıkan ve sismograf denilen aletlerle ölçülen enerjinin miktarına magnitüd (büyüklük) denir. Deprem ne kadar güçlü ise yeryüzü o denli şiddetle sallanır ve sismograflar büyük genlikli titreşimler kaydederler. Depremin büyüklüğü C.Richter’in adı ile ifade edilmektedir. Şiddet ise depremin, yerleşim alanları ve doğada meydana getirdiği hasarların bir ölçüsüdür. Yani depremin yeryüzünde yaptığı etkidir. Büyük bir deprem öncesi meydana gelen küçük depremlere öncü, deprem sonrası meydana gelen depremlere de artçı depremler denir. 

                                                   TÜRKİYE ve DEPREM

    Şekil 3-4’e dikkatle bakıldığında deprem açısından Türkiye’nin çok tehlikeli bir noktada olduğu açıkça görülmektedir. Ülkemizdeki deprem kuşaklarını çok kısa anlatarak ülkemizin deprem riskini açıklamaya çalışalım. AFAD’ın deprem bölgelerini gösterir haritaları da ülkemizin deprem açısından son durumunu çok iyi göstermektedir (Ş.5-6).

(Ş.5-6 Kaynak: www.afad.gov.tr)

KAF, DAF, Ege Fayları dışında diğer bölgelerimizde de deprem üretebilen bağımsız tektonik hatlarda bulunmaktadır. Bu önemli hatların deprem riskleri kısaca şöyledir:

KUZEY ANADOLU FAY HATTI (KAF):  Bu fay zonu Karlıova çöküntüsünün kuzeyinden başlayarak Erzincan, Tokat, Erbaa, Kargı, Tosya, Kurşunlu, Gerede, Düzce ve Bolu Sakarya, Kocaeli’nde körfeze oradan da Marmara Denizi girerek adaların güneyinden Saroz Körfezi’ne doru ilerler ve güneye kıvrılarak Yunanistan’a iner. Buradan ayrılan küçük bir segment Yalova-Armutlu üzerinden Bandırma’ya geçer. Dokurcun-Pamukova üzerinden ayrılan ikinci bir kol Geyve, İznik Gölü güneyi, Gemlik, Bandırma üzerinden Gönen’e doğru ilerler.  Bu kırık, yaklaşık 11 milyon yıl önceki bir kıta kıta çarpışması sonrası oluşmuş sağ yönlü doğrultu atımlı bir kırık zonudur. 1600 km. uzunluğunda olan bu hat sürekli kırıldığından yüksek sismik hareketlilik göstermektedir. Son 60 yılda bu zonda 7 ve 7’nin üzerinde 9 deprem meydana gelmiştir. Bu depremler sırasıyla, 1939 Erzincan, 1942 Niksar-Erbaa, 1943 Tosya-Lâdik, 1944 Gerede, 1949 Karlıova, 1957 Abant, 1967 Adapazarı, 1999 Kocaeli ve Düzce depremleridir. KAF üzerinde, doğuda 200 yıldır kırılmayan Yedisu Fayı 7.0-8.0 büyüklüğünde (Erzincan doğusu-Bingöl kuzeyi) ve Marmara Denizi’nde 6.5-7.6 büyüklüğünde depremler olabileceğini bilim adamları dile getirmektedirler.

DOĞU ANADOLU FAY HATTI ( DAF): Bitlis kenet kuşağında neo-tetisin kapanması ile meydana gelen kıta kıta çarpışması sonucu Doğu Anadolu bölgesinde bindirmeler, kırıklar, kıvrımlar ve doğrultu atımlı fayların oluşturduğu bir sıkışma tektoniği hâkim olmuştur. İşte bu tektonik rejim günümüzde o yörede meydana gelen depremlerin sebebi olarak kabul edilmektedir. İskenderun körfezinden başlayan Hatay, Türkoğlu, Kahramanmaraş, Adıyaman kuzeyi, Pütürge, Sivrice, Bingöl’den Karlıova’ya ulaşıp burada Kuzey Anadolu Fayı ile birleşen sol atımlı Doğu Anadolu Fayı tüm bu bölgeyi oldukça rahatsız eden yaklaşık 600 km. uzunluğunda ve yer yer 25 km. genişliğe ulaşan bir tektonik hattır. İskenderun Körfezi, Hatay, K.Maraş-Türkoğlu-Gölbaşı, Adıyaman-Çelikhan, Sincik ve Sürgü Fayları, Sivrice, Palu, Bingöl ve Karlıova ile Malatya, Elbistan, Ovacık Fayları bugüne dek meydana gelen depremlerin sebebi olan kırık hatları olarak belirlenmiştir. Bu faylar geçmişte 6.0-7.5 büyüklüğünde depremler üretmiştir. Elazığ, Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay ve çevrelerinin gelecekte bu depremleri yaşama ihtimalleri çok yüksektir.

BATI ANADOLU TEKTONİK HATLARI: Arap levhasının Anadolu levhasını batıya itmesi sonucunda Anadolu’nun batısında ve güneyindeki bölge Girit Adası’na doğru, Akdeniz’de bulunan Helenik yayına doğru itilmektedir. Afrika kıtasının kuzeyindeki okyanusal kabuk Girit–Kıbrıs hattı boyunca devam eden Helenik yayının yani Ege’nin altına dalmaktadır. Böylece meydana gelen kuzey-güney gerilmeler sonucunda doğu-batı sıkışmalar gelişmiş böylece Ege Bölgesinde bugün hâkim olan tektonik yapıyı ortaya çıkarmıştır. Bu yapı normal faylar sonrası horst ve grabenlerden meydana gelmiş bir tektonik yapıdır. Bölgede Gediz, Büyük ve Küçük Menderes, Bakırçay, Gökova gibi doğrultu atımlı kırık hatları da yer almaktadır. Ayrıca Bergama, Foça, Fethiye, Burdur, Yatağan, Dinar ve Pamukkale’de deprem üretebilecek normal kırıklar bulunmaktadır. Diğer taraftan İzmir ve çevresinde İzmir, Tuzla, Cumaovası, Gümüldür, Bornova faylarının da deprem üreteceğine dikkat etmek gerekmektedir. Batı Anadolu’da 6.0-7.3 büyüklüğünde deprem olma ihtimali yüksektir.

                                                 

 

                                                    MARMARA DEPREMİ

    KAF üzerinde enerjinin biriktiği yerlerden kırılarak depremlerin meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. Bu bilimsel bir gerçektir. Marmara Denizi içinde 1509’da 7.6, 1719’da 7.6, 1754’de 7.0, 1766’da 7.2-7.6,1894’de 7.0, 1912’de 7.4 ve 1999’da 7.6 büyüklüğünde depremler meydana gelmiş ve bu depremler başta İstanbul olmak üzere Marmara ve Trakya’yı ciddi şekilde etkilemiştir. 1999 depreminde KAF’nın bu kısmı 55 saniyede yaklaşık 4 metre batıya itilmiştir. 1509 ve 1766 depremlerinde on dört bin vatandaşımız hayatını kaybetmiş, Fatih, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Bayezid, Eyüp Sultan, Selimiye, Ayasofya Camileri, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Anadolu ve Rumeli Hisarları, Kız Kulesi, kiliseler, hanlar, su bentleri, köprüler yıkılmış ya da çok büyük zararlar görmüştür. Padişah II. Selim’in İstanbul’u yeniden inşa ettiği ifade edilmektedir. Görüldüğü gibi KAF’ın Marmara Denizi içindeki devamı olan kırık ya da kırıklar oynamaya başladığı anda meydana gelen 7 ve üzerindeki depremler İstanbul’u sallamaktadır. Aslında İstanbul’un içinden geçen ve bir deprem meydana getirecek kırık hatları bulunmamaktadır. Marmara Denizi yaklaşık 275 km. uzunluğunda, 80 km. genişliğinde derin çukurlukların (Tekirdağ, Orta Marmara, Çınarcık) bulunduğu denizel bir çökelme ortamıdır. KAF hattının oluşmaya başladığı dönemde bir göl ortamı halinde bulunan Marmara Denizi’nin oluşumu KAF hattı ile doğrudan ilişkilidir. Marmara Denizi ile ilgili olarak yapılan batimetrik çalışmalar sonucu deniz tabanında derin çukurluklar, kıyı çizgileri eski akarsu yatakları ve heyelanlar tespit edilmiştir. Deniz tabanındaki topografyanın bu hale gelmesini sağlayan en önemli sebep deniz içinden geçen ve aktif olan faylardır. Bu fayların hemen tümü KAF sistemine bağlı olarak gelişen faylardır. Marmara Denizi’nde meydana gelecek olan kırılma sonrası vuku bulacak depremle ilgili olarak üç bilim adamının düşüncelerini aktararak konunun ciddiyetini gözler önüne sermeye çalışalım: Değerli arkadaşım Prof. Dr. Celal Şengör’ün Marmara Denizi’nde olacak ve İstanbul’u etkileyecek depremle ilgili olarak Çin’de Siçuan’da meydana gelen depremden sonra bir gazeteciyle yapmış olduğu görüşmeden akılda kalacak bazı düşüncelerini hükümet üyelerinin, milletvekillerinin, siyasetçilerin, yerel yönetimlerin, kamu yöneticilerinin, muhtarların, site yöneticilerinin, aydınların, gazetecilerin ve halkın okuması, anlaması ve bundan böyle daha dikkatli olmaları ve de vicdanlarının sesine kulak vermeleri niyetiyle bu satırlara aktarıyorum.’’… İstanbul’da ise 250 yılda bir 7,6 ya da 7,7 büyüklüğünde depremler oluyor. En son 1766’da yedilik bir deprem yaşandı. Demek ki aradan 242 yıl geçmiş. İstanbul depreminin eli kulağında…  Marmara’da çok küçük depremler oluyor. Bu da fayların aktif olduğunu, burada deprem faaliyetinin sürdüğünü gösteriyor. Bu faylar, beklenen büyük İstanbul depreminin hizasında diziliyor ama hareketlilik İstanbul depreminin habercisi değil. Marmara’daki hareketlilik bizi başka türlü endişelendiriyor. Mesela Büyükada’yla Silivri arasında hiç deprem olmuyor. Ben buranın kilitlendiğini hissediyorum. Fay kırılırsa oradan kırılacak diye düşünüyorum…  İzmit Körfezi’nin ağzından başla, Tuzla’nın ve Adalar’ın güneyinden geç. Sonra İstanbul Boğazı’nın güneyinden Yeşilköy’ün sekiz kilometre güneyine gel ve Kumburgaz’a uzan. Oradan Şarköy’e dümdüz çizgi çek. Burası 160 kilometre uzunluğunda bir alan. Bu alanın hepsi bir seferde iki dakikalık 7,6 büyüklüğünde bir depremle kırılacak benim tahminime göre. Eğer fay parçalı kırılırsa depremler daha kısa ve daha küçük olacak ama hiçbiri yedinin altına inmeyecek. Fayın parçalı kırılması iyi değil.’’  Diğer taraftan, ben Sayın Şengör’ün ‘’Nautile’’ denizatlısıyla Marmara Denizi’nin 1200 metre derinliğine inip KAF’ın Marmara Denizi’ndeki uzantısını takip ettiğini biliyordum. Fay nasıl diye sordum. Tek cümle ile söylemem gerekirse’’İstanbul’a yazık olacak’’ dedi. Ayrıca Devoniyen yaşlı çökellerin kayması ile de bir tsunaminin olabileceğini ifade etti. İstanbul’un kurtarılması için idari makamların çok ciddi ve fedakârca çalışmaları gerektiğini üzerine basa basa söyledi. Dünyanın en saygın bilim adamalarından biri bu düşüncelerini her ortamda açık ve anlaşılır bir biçimde söylüyorsa bu haykırışlara kulak vermek sanırım herkesin boynunun borcudur. Özellikle de yöneticilerin… Nautile denizatlısıyla yapılan ve ortaya konan neticeler artık bizi kendimize getirmelidir.  Marmara Denizi’nde 7,2-7,6 büyüklüğünde meydana gelebilecek bir depremin şiddeti İstanbul’daki zemin özelliklerinden dolayı çok farklı olacaktır. Deprem İstanbul’un sahile yakın olan kesimlerinde, eski dere yataklarının bulunduğu yerleşim yerlerinde, alüvyal alanlarda ve çok gevşek tutturulmuş kaya birimlerinin bulunduğu yerlerde 10 şiddetinde hissedilecektir. Yeşilköy civarında 10 olan şiddet, diğer sahil kesimlerinde 8-9’a inmektedir. İstanbul’un en tehlikeli yerleri Üsküdar, Moda (denize yakın olan yerleri) Yeşilköy, Zeytinburnu, Ataköy, Florya, Küçükçekmece, Avcılar, Esenköy, Eminönü ve civarlarıdır. En güvenli yerler ise ( eski dere yatakları ve gevşek kayalar üzerindeki yerleşim yerleri dışında ) Beykoz, Erenköy, Kadıköy, Bağdat Caddesi, Kozyatağı, Altunizade, Ümraniye, Ataşehir, Pendik, Kartal, Darıca, Nişantaşı, Şişli, Maslak, Taksim, Mecidiyeköy, Feriköy, Levent, Beşiktaş, İstinye ve Sarıyer’dir. Ancak Adalar, Fatih ve Eminönü’nden Büyükçekmece’ye kadar olan kısım depremden en fazla etkilenecek bölümdür. 7,2-7,6 büyüklüğünde olacak bir depremin yine fakir, fukara ve yoksulları vuracağı, sarsacağı ve onları kaderleriyle baş başa bırakacağı görülmektedir. En azından kâğıt üzerinde böyle görülmektedir. Ne var ki, yaşayacağımız olay bir depremdir. Zenginlerin ve yönetenlerin bu tabiat dersinden kurtulacaklarını farz etmek çok yanlış olur. Zira depremin günün hangi saatinde bizi yakalayacağı belli değildir. Bu sebeple başta üniversiteler, ordu, sivil toplum örgütleri ve kamu kuruluşları el ele vererek bu şehre sahip çıkmalıdırlar. Siviller, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konuda gösterdiği hassasiyetin bir kısmını gösterseler emin olunuz çok sağlıklı ve iyi işler yapmış olurlar. Diğer taraftan, 12 Mayıs-12 Haziran 2007 tarihleri arasında Celal Şengör, Naci Görür, Namık Çağatay, Sinan Özeren ve Boris N’atalin’in Nautile ile boğazın derinliklerine dalarak Marmara Denizi içinde uyanmak üzere olan fayı incelemeleri bilim adına maceralı bir yolculuk olarak değerlendirmek mümkündür, ama aynı zamanda cesaret ve yürek isteyen bir iş olduğunu da unutmamak gerekir. Prof. Dr. N.Görür’ün bu yolculukta yazdıklarından kendimce önemli gördüğüm bazı hususları buraya aktararak meselenin ciddiyetini gözler önüne sermeyi bir vazife kabul etmekteyim. ’’ …Deniz dibi kararmaya başlamıştı. Nautile deniz tabanına çok yakındı. Neredeyse dibe sürtecekti. 1220 m. derinlikte kocaman bir balık gibi sessizce ilerliyordu… Çok geçmeden hepimizin korkulu rüyası haline gelen Marmara Fayı karşımdaydı… Artık onu gözlerimle görüyordum, aramızdaki mesafe ancak 1-2 m kadardı. Heyecanlanmamak elde değil. Pilotlara biraz daha yaklaşmamızı ve fay boyunca ilerlememizi söyledim. Nautile kırık üzerinde süzülmeye başladı. Fay çok belirgindi. Büyük bir çatlak görünüyordu… Fay boyunca gaz çıkışlarının olduğu yerler de görülüyorlardı. Buralardan en fazla metan gazı çıkıyordu, ama hidrojen sülfür gazına da rastlanıyordu… Gaz örneği aldıktan sonra, fay boyunca ilerlememize devam ettik. Fay kırığı belirgin bir şekilde kuzeybatıya doğru devam ediyordu…  Denizaltı fay boyunca süzülüyor ve kuzeybatıya doğru yol alıyordu. Sessiz ve karanlık bir boşlukta gidiyor gibiydik. Deniz tabanı çamurlu ve delik deşikti. Fay hattı belirgindi. Bazı yerlerinden gaz, bazı yerlerinden ise su çıkışları gözleniyordu. Ne tuhaftı, 1200 m. derinlikte, tabiri caizse Marmara’nın altı fokur fokur gaz ve su kaynıyordu. Bir ara Gölcük depremi sırasında ortalıkta dolaşan söylentileri hatırladım…’’  Prof. Dr. A. Ercan’ın bu konudaki görüşleri de aynen şöyledir: ’’Marmara’da kabuk yapısı, Boğaz-Büyükçekmece arası direngen, Büyükçekmece-Mürefte arası gevrek olmak üzere iki bölümlüdür. O nedenle depremcik sayısı ilk  bölüğün önünde az, ikinci bölüğün üzerinde yoğundur1. Bu olgu, ilk depremin batı kolu üzerinde olacağını göstermez. Deprem ile depremcik olarak dingin olan böyle sıçrama (asperite) yerlerinden genellikle depremler başlamıyor (odak yer almıyor)5. Önceki depremlerde kırılan kabukta, kırık izinin Yalova’dan başlayıp, Çınarcık Çukuru kuzey kıyısı boyunca Adalar güneyinden geçerek, Boğaz önünde dirsek verip Mürefte’ye dek bir çizgi gibi sürdüğü gemiyle yapılan jeofizik (sismik) çalışmalarla görüntülenmiştir8. 1999 Gölcük (7.4) depreminden sonra oluşan artçı depremlerin6…  İstanbul önünde Marmara Denizi içinde en yoğun depremcik olan yer, yerkabuğunun 2-3 km daha kalın olduğu Büyükçekmece-Mürefte arasıdır. Demek ki bu bölümde olağan atım gözlenecektir. Oysa doğu bölümde biri İstanbul Boğazı girişinde (Kınalı Ada-Sivri Ada önü), diğeri Büyükçekmece önü olmak üzere iki önemli dingin (olası sıçrak) yer vardır. Gölcük kırığı yakıştırmasına göre5, 6.3-6.4 büyüklüğünde beklenen deprem dingin olan Büyükçekmece ile Adalar dolayında olamayabilir. Bu doğu kol üzerinde depremciklerin yoğun olduğu yer, tam Küçükçekmece gölü karşısıdır. Bu öykünüme göre İstanbul’a yakın olacak depremin beklenen odak konumu Sivri Ada-Küçükçekme arası diye kestirilebilir. Oysa Büyükçekmece-Mürefte arasında depremcikler bir arı kovanı gibidir. Bu kolda en çok yoğunluk Marmara Ereğlisi önüdür. İşte, ikinci (7-7.2) büyüklüğündeki depremde burada patlayabilir.’’

Şekil 7-8 İstanbul’un durumunu gözler önüne seren bilimsel iki önemli haritadır. Prof. Dr. A. Ercan’a göre İstanbul’un birinci derece riskli yerleri; Florya, Zeytinburnu Ayamama Deresi, Ataköy, Küçükçekmece kıyıları, Avcılar, Esenyurt, Ambarlı ve Haramidere, ikinci derece riskli yerleri; Beşiktaş (Ihlamur Çukuru), Ortaköy Dereboyu, Tarabya Çukuru, Üsküdar-Beylerbeyi-Küçüksu-Beykoz Çukurlukları, Tophane, Eyüp, Kasımpaşa, Kadıköy (Kurbağalı Dere), Fatih, Silivri, üçüncü derece riskli yerler; Darıca, Şile, Kartal; Kadıköy, Üsküdar, Ümraniye, Erenköy, Bağdat Caddesi, Beşiktaş, Nişantaşı, Şişli, Taksim, Kâğıthane’dir.

 

 

(Ş.7 Kaynak: www.ahmetercan.net)

 

 

(Ş.8 Kaynak:www.ahmetercan.net)

 

     Görüldüğü gibi akademisyenlerin genel anlamda fikirleri Marmara Denizi içinde büyüklüğü 7-7.6 arasında bir depremin olacağı noktasındadır. Bu büyüklükte bir depremin açığa çıkaracağı enerji miktarı Hiroşim’ya atılan atom bombasının 175 katı olacaktır. 24 Mayıs 2014 tarihinde yerin 10 km. derinliğinde 6.2 büyüklüğünde KAF’ın kuzey kolunun Kuzey Ege Denizi’ndeki uzantısı üzerinde meydana gelen depremin Marmara Denizi içindeki bölümünü de etkilemesi mümkündür. 1999 yılından bu yana İstanbul depreme hazır hale getirilmiş midir? İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin internet sitesinde ’’Çalışmalarımız’’ bölümünde yapılan çalışmalara bakıldığında İstanbul depreme hazırlıklı görünüyor. Her şey iğneden ipliğe hazırlanmış gibi, laf çok, senaryolar hazır, Afet Önleme/Azaltma Temel Planı, İstanbul Deprem Raporu Master Planı, Tsunami Tehlike Raporu, Risk Analiz Çalışmaları, Heyelan Analiz Çalışmaları tamamlanmış ya da devam eden projeler şekline sıralanmış. Hatta belediyenin planlanan projeleri içinde Doğal Afetler Eğitim Parkı Projesi de bulunmaktadır. Bu projelere harcanan miktar ne kadardır? Peki, bu projelerin İstanbul’a yansıması nedir? Buralarda yazılanların ne kadarını bırakınız halkı, ülkeyi yönetenler ve de bilim adamlarını ne kadarını biliyordur? İstanbul’u kurtarmak için çok yazıya, konuşmaya gerek yoktur artık. Aslında ülkemizin deprem olabilecek her yerinde artık söze değil icraata ihtiyaç vardır. Zaman harekete geçme zamanıdır. İşe, sokak, mahalle ve semtlerde donanımlı deprem birlikleri kurarak başlamak gerekir. 100-150.000 vatandaşımızın hayatını kaybedeceği ve 80-100 milyar dolarlık maddi kaybın olacağı depremde bugüne dek acaba şu soruların cevapları verilmiş midir? (Bu sorular artırılabilir)

1. İstanbul’da yaklaşık 1.500.000 bina ve 3 milyonun üzerinde daire bulunmaktadır.                

Deprem riski taşıyan kaç yapı elden geçirilmiştir?

2. Kentsel dönüşümde amaç, yapıların depreme dayanıklı bölgelere taşınması olmalıdır.  

Binaların yıkılıp yerine yeni binaların yapılması ne kadar güvenli olabilir?  

Kentsel dönüşüm gerçekten deprem odaklı olarak mı projelendirilmektedir?                                                  

Deprem açısından riskli olan dereler, dolgu alanları ve kıyılardaki yapılar yıkılmış mıdır?

Bu alanlara yeni inşaatlar yapılmakta mıdır?

Niçin hala çok yüksek binaların yapılmasına müsaade edilmektedir? 

3. Hastaneler, okullar, camiler, köprü ve viyadükler 7.6 büyüklüğünde bir depreme hazır hale getirilmekte midir?

Bu konuda bilim adamları ile ciddi planlar hazırlanmakta mıdır?

Köprü ve viyadüklerin 8.0 büyüklüğünde bir deprem dayanıklı olmaları şarttır. Ayrıca Marmaray ve yeni yapılacak olan Avrasya Tüneli’nin risk taşıdığını da unutmamak gerekir. Asrın projelerinin her dakika kontrol edilmesi, depremin etkilerini en aza indirebilir.

4. Bir deprem sırasında halkın toplanacağı alanların durumu nedir?

Bu alanlar deprem anında ve sonrasında halkın kullanılabilmesi için donatılmış mıdır?

Yoksa başka bir amaca hizmet için mi değerlendirilmektedir?

Semt, mahalle, sokak kurtarma birlikleri kurulmuş mudur?

5. Deprem sonrası kapanacak ana yollardan ulaşım yapılamayacağına göre İstanbul’a yardımlar hangi yollardan ulaşacaktır?

Vatandaş bu yolları bilmekte midir?

6. Bugünlerde 45-50 milyar lira civarında olduğu söylenen ve 1999 yılında konan deprem vergisi, depremin yıkıcı etkisinden kurtulmak için mi kullanılmıştır?

    Siyasetin karanlık sularında, toplumun enerjisinin yok edildiği bir ortamda, gerginliğin an be an tırmandığı bir ülkede sağlıklı düşünerek halkın çıkarlarını düşünen insan sayısının giderek azaldığı bir hakikattir. Depremin bu ülkeyi yıkmadan geçmesi için bilim adamlarına, teknokratlara, mühendislere güvenerek en kısa zamanda yeni bir yola çıkılmasında fayda vardır. Yağmur, kar, çamur, heyelan evleri, sokakları yıkıp geçtiğinde feryat figan eden ve birilerinden hesap sormaya çalışan bu halk, büyük bir depremde önce kurtulmak ve kurtarmak için mücadele verecek ama hiç kimseye hesap soramayacaktır. Gördüğüm kadarıyla bu ülkede yarın deprem olacak endişesini taşıyan insan sayısı çok az. Ülkemizin bağımsızlığını tehlikeye sokacak bir depremin olmaması en büyük dileğimizdir. Muhittin Ziya Gözler

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN