Üsküdar Talebe Vapuru - Ruhan Odabaş

Üsküdar Talebe Vapuru


Evin her yanını kızarmış ekmek kokusu sarmıştı. Anne, elindeki kaşığı, kendi yaptığı erik reçeli kavanozuna daldırdı. Küçük kâseye, kaşıktan taşacak kadar reçel koydu.

"Buzdolabındaki tereyağı kabını çıkar da biraz ısınsın" diye seslendi.

Söylediklerinden kimse alınmadı sanki. Oğlan defterlerini, kitaplarını toplamaya çalışırken, baba da;

"Benim çizgili gömleğimi gördün mü" diye seslendi hanımına...

Üçü birden oturdular kahvaltı sofrasına. Anne yalnızca oğluna değil, eşine de ayrıcalık tanıyordu. Yediğine, içtiğine karışıyor, iyi beslenmeleri, sağlıklı olmaları için çırpınıp duruyordu. Oğlu veya eşi, daha ağızlarını açmadan ne istediklerini anlamaya çalışıyor, bir dediklerini iki etmiyordu.

Boşalan çay bardaklarını yeniden doldurdu. Oğlunun;

"Yemiyorum, doydum artık" türünden kaçamaklarına çatık kaşlı bir gülümsemeyle yanıt verdi;

"Yemezsen büyüyemezsin!.."

Oğlan lise ikinci sınıfta, başarılı bir öğrenciydi. Gelecek için beklentileri, düşleri vardı. Hemen her gün babasıyla birlikte evden çıkardı. Baba işine, delikanlı da okuluna giderdi. Sabah kahvaltısını birlikte yapmaları, kahvaltıdaki sohbetleri, ailenin yapısını güçlendirir, aralarındaki bağı daha da sıkılaştırırdı. Kapıdan çıkarlarken;

"Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır diye boşuna dememişler eskiler" diye yakındı adam...

Şubat bitmiş, mart gelmişti. Ortalıkta kar falan yoktu ama, kuru bir ayaz da insanın nefesini kesiyordu. Kadın, elindeki fırçayla eşinin paçasında gördüğü tozu silmeye çalışırken, baba da oğlunun başındaki bereyi düzeltiyor, boynundaki kaşkole şekil veriyordu. Kadının;

"Geç kalacaksınız, hadi artık" uyarısıyla, ikisi birden çıktılar kapıdan. Anne, bir süre arkalarından baktı, sonra da ortalığı toplamak için eve girdi...

Baba-oğul, sokağın başına kadar birlikte yürüdüler. Adam işine doğru dönerken, oğul da vapur iskelesinin yolunu tuttu....

Okul, ders, teneffüs derken; bir günü daha yarılamıştı çocuk. Yavaş yavaş acıktığını hissetmeye başladığında, annesinin yaptığı yemekleri düşündü. Sıcaklığını, kokusunu genzinde, damağında duydu bir an…

Dönüş vapuruna yetişebilmek için adımlarını biraz daha açtı. Büyük adımlarla ve daha çabuk yürümesi, kendisini Gölcük'e, evine daha çabuk götürecekti sanki. Annesini daha çabuk görecek, ellerini daha çabuk öpebilecekti...

Çoğunluğu kendisi gibi öğrenci olan 400’den fazla insan bindi vapura. Sınıftan, okuldan arkadaşlarıyla küçük şakalar yaptı. Hava soğuk olduğu için de güvertede fazlaca beklemeden alt kata indi. Köşedeki boşluğa doğru yürüdü. Oturacak yer olmadığından Gölcük'e kadar ayakta gidecekti.

"Ne olacak canım, en çok yarım saatlik yol" diye geçirdi içinden. Hem, ilk kez ayakta gitmeyecekti ya!..

Çımacının halatları çözdüğünü, kaptanın makinelere yol verdiğini hissetti. Vapurun bordasının iskeledeki kamyon lastiklerine sürtünürken çıkardığı gıcırtıyı dinledi. Önce yavaşça yalpaladı, sonra da rotasına girdi Üsküdar Talebe Vapuru...

Vapura binerken olmayan bir rüzgâr, SEKA İskelesi'nin açıklarına geldiklerinde yakaladı onları. Denizi karmakarışık etti, ıslıklar çalarak dolanıp durdu çevrelerinde. O güne kadar onlara kocaman görünen Üsküdar Talebe Vapuru, dalgaların içine atılmış fındıkkabuğu gibi sallanıyordu şimdi. Rüzgâr arttıkça arttı, dalgalar azdıkça azdı.

Önce kaptan köşkü kopup gitti yerinden. Başsız bir gövde gibi, bilinçsiz bir biçimde savrulup duran vapur, içindeki 400’den çok yolcunun da dengeyi bozması nedeniyle su almaya başladı. Kimi can yeleklerine yekindi, kimi çaresizlik içinde bekledi. Birbirlerine sarılıp ağlayanlar, dua edenler, çığlık atanlar... Tam bir can pazarı yaşanıyordu vapurun içinde...

Her şey bir anda olup bitti. Deli rüzgârın ilk ıslık sesiyle başlayan oyun, 1,5 dakikalık kısa bir zamana sığdı. Kıyıdaki insanların şaşkın ve korku dolu bakışları arasında; delikanlının Gölcük'e doğru son bir el sallamasıyla, İzmit Körfezi'nin soğuk sularına gömüldü...

Tarih, 1 Mart 1958'di. Saatler 12.30'u gösteriyordu. Deniz kıyısından gelen çığlıklar, Gölcük'teki evlere ulaşamadan eriyip gitti...

Kahvaltı sofrasını toplayan kadın, iki eliyle sımsıkı tuttuğu reçel kavanozunu mutfağın betonuna düşürdü. Paramparça olan kavanozdan mutfağın duvarlarına kadar sıçrayan kanı 57 yıldır hiç silmedi...

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
03Haz

ÖYLESİNE BİR HABER

26Kas
13Haz

ÖYKÜ MÜDÜR BİLEMEM!..

22Şub

VATAN HAİNİ

17Şub

BUGÜN GÜNLERDEN ARTVİN…