Aşûre günü bize ne hatırlatmalı?

Hepimiz biliriz ki sevgi olmadan hoşgörü, hoşgörü olmadan da sevginin sürekliliği sağlanamaz. Bu olumlu güzel duyguların öncelikle yaşandığı yer ailedir veya daha doğrusu aile olmalıdır Bugün yuvalarımızda yitirdiğimiz değerlerimizin en önemlilerinden biri, belki de birincisi hoşgörüdür. İletişimaçısından baktığımızda hoşgörü, karşımızdaki kimsenin gönlünü yumuşatıp bize yaklaşmasını temin edeceği gibi aynı zamanda bize onun üzerinde daha da etkili olma imkânını verecektir.

Aşûre günü bize ne hatırlatmalı?
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Hepimiz biliriz ki sevgi olmadan hoşgörü, hoşgörü olmadan da sevginin sürekliliği sağlanamaz. Bu olumlu güzel duyguların öncelikle yaşandığı yer ailedir veya daha doğrusu aile olmalıdır

Bugün yuvalarımızda yitirdiğimiz değerlerimizin en önemlilerinden biri, belki de birincisi hoşgörüdür. İletişimaçısından baktığımızda hoşgörü, karşımızdaki kimsenin gönlünü yumuşatıp bize yaklaşmasını temin edeceği gibi aynı zamanda bize onun üzerinde daha da etkili olma imkânını verecektir.

Gerek sosyal gerekse ailevi hayatımızda böyle bir tablo, ruh dünyamızın da dengeli ve huzurlu olması için şarttır.Yoksa başkaları ile ilişkilerimiz, daima onların kusurlarını araştırmak, pervasızca hatalarını yüzlerine vurmak, güçleri yetmediği için azarlamak ve eleştirmek için fırsat kollamak tarzında olursa hiç kimse ile sağlıklı bir iletişim kuramayız.

Kusur peşinde olma! 

Onun için hoşgörülü olabilmek kâmil insan davranışıdır. Kamil insanların bu daimi hallerini hoşgörü insanı Mevlana, çok veciz bir şekilde şöyle özetlemektedir: “Ben, insanların ayıplarını gören gözleri kör ettim.” İşte eşler ailevi ilişkilerinde hatalara ve eksiklere karşı kör, yanlış ve talihsiz beyanlara karşı da sağır olabilirse ancak sağlıklı bir iletişim kurabilirler.

Bu tabii ki tamamen her ne olursa olsun yuvanın yanlışlara teslim edilmesi manasına da anlaşılmamalıdır.Yuvada ister küçük isterse büyük hataları bertaraf etmek istiyor, eşimizi içine düştüğü yanlışlardan kurtarmayı düşünüyorsak bunun ilk adımının hoşgörü olduğunu unutmamalıyız.

Seni babandan kurtardım! 

Bize bir rolmodel olarak gönderilen Efendimizin (s.a.s.) hayatına özellikle eşleriyle iletişimine baktığımızda O’nun bir hoşgörü insanı olduğunu görüyoruz:

Bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a.) Peygamber Efendimizin hane-i saadetlerinin kapısını çalar. Bu arada daha içeriye girmeden kızı Hz.Aişe’nin sesini yükselttiğini işitir. İçeri girer girmez,Hz.Aişe’nin karşısına dikilir.Hz. Ebu Bekir’in niyetini anlayanPeygamber Efendimiz hemen araya girerek onun yanlış bir şey yapmasına mani olur.

Hz. Ebu Bekir dışarı çıkınca Peygamberimiz Hz.Aişe’ye: “Gördün ya, seni babanın elinden kurtardım” der. Birkaç gün sonra tekrar Hz. Ebu Bekir onları huzur ve neşe içinde görünce, “Beni kavganıza dâhil ettiğiniz gibi sulhunuza de dahil etseniz ya” der. Efendimiz de tebessüm içinde “Ettik, ettik” diye cevap verir. Bu olayda açıkça görüldüğü üzere Efendimiz, hanımı Hz.Aişe’nin yüksek sesle konuşmasına bir şey demiyor, tam tersi ona adeta şaka yoluyla kendisini babasıHz. Ebu Bekir’in elinden kurtardığını ifade ediyor.

Kırgınlıklar tatlıya bağlanmalı 

Bunu her birimiz kendi nefsimizde değerlendirmeli ve bir de Peygamberimizin uygulamasını hatırlamalıyız. Tabii bu, hanımların eşlerine karşı seslerini yükseltmeleri gerektiği veya bunun faziletli bir davranış olduğu anlamına gelmiyor ancak böyle bir şey vuku bulduğunda nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili bize yanıltmaz bir ölçü veriyor. Hoşgörüden yoksun yuvalarda eşlerin çok küçük meselelerde dahi birbirine düşmesi kaçınılmazdır. Böylesi ailelerde eşler problemi çözelim derken dahi vuruşmalar ağında birbirini yer bitirirler. Zira bu körler ve sağırlar diyaloğundan asla çözüm çıkmayacaktır. Sözün sonunu yine Mevlana’ya bırakalım: “Sevgide güneş, dostluk ve kardeşlikte akarsu, hataları örtmede gece, tevazuda toprak, öfkede ölü gibi ol.”Hayatı bu tavsiye üzere yaşama gayreti insanın önce kendisi, sonra ailesi ve toplumla barışık ve huzurlu yaşamasında, gelecek nesillerin sağlıklı inşasında en önemli ahlaki kurallardır.

SÖZÜN ÖZÜ

1) Mutlu bir yuva için eşler birbirinin psikolojisini, yapı ve karakterlerini iyi tanımalı.
2) Hiçbir anlaşmazlığın uzun süreli olmasına fırsat vermemeli.
3) Aşırı idealist olmamalı, doğal yaşamalı ve karşı taraftan mucizeler beklememeli.

BİR SORU-BİR CEVAP

Aşûre günü bize ne hatırlatmalı?

Bugün hicri aylardan Muharrem’in onu. Halk arasındaki meşhur ifadesiyle aşûre günü. Arapçada “aşere-on”, “âşir-onuncu” demektir. Halkımız onuncu gün anlamına gelen “âşir” ifadesini “aşûre” şeklinde telâffuz ederek bugüne “aşûre günü” ismi vermiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Ramazan ayından sonra oruç için en faziletli ayın Muharrem olduğunu söylüyor. (Müslim, Sıyam, 202) Özellikle de aşûre gününü oruçlu geçiriyor ve sahabesine de tavsiye ediyor.

Kaynaklarımıza baktığımızda aşûre gününün pek çok peygamberin hayatında önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz.

On önemli hadise 

1.Hz.Musa’nın (a.s.), bir mucize eseri denizi yararak Firavun’un zulmünden kurtulması.

2.Hz. Nuh’un (a.s.) gemisinin Cûdi Dağı’na oturması.

3.Hz. Yunus’un (a.s.) balığın karnından çıkması.

4.Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesinin kabulü.

5.Hz. Yusuf’un (a.s.) kuyudan kurtulması.

6.Hz. İsa’nın (a.s.) dünyaya gelmesi ve semâya yükseltilmesi.

7.Hz. Davud’un (a.s.) tövbesinin kabulü.

8.Hz. İsmail’in (a.s.) doğması.

9.Hz. Yakub’un (a.s.) oğlu Hz. Yusuf’un (a.s.) hasretinden dolayı kapanan gözlerinin açılması.

10.Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından kurtulması. (bk. Diyarbekri, Tarihu’l-Hamis, 1/360; Sahih-iMüslim Şerhi 6/140)

İslam tarihinde de aşûre gününün ayrı bir önemi vardır. Çünkü bu günde (10Muharrem 61) ne büyük acıdır ki Efendimizin torunu Hz. Hüseyin Kerbela’da şehit edilmiştir. Aşûre gününden gerekli dersleri çıkarmamız duasıyla.

TEFEKKÜR ATLASI

O’na (c.c.) ehl-i beyt dualarıyla yalvarın

Ehl-i beyt, Peygamber Efendimizin (s.a.s.)Hz.Ali ileHz. Fatıma’dan devam eden mübarek ailesi ve pak soyunun adıdır. Ehl-i beyt tarih boyunca çok büyük acılarla yüzleşmiş çilekeş bir nesil, kulluk ve Hakk’a hizmet yolunda müminlere önderlik yapmış güzide bir topluluktur.

Onların dine karşı yaratılıştan gelen tarafgirlikleri diğer Müslümanlar üzerinde her zaman olumlu tesir meydana getirmiş ve onların önderliğinde kitleler sırat-ı müstakim çizgisini bularak Hakk’a doğru yürümüşlerdir. Bu açıdan onları öne çıkaran en önemli husus hiç şüphesiz Allah ile olan irtibatları ve Allah ve Resûlü’nü anlatma istikametinde ortaya koydukları fevkalade gayretleridir.

İşte Define Yayınları’ndan çıkan “Ehl-i Beyt duaları” isimli kitap bahsi geçen hususi insanların Allah’a olan yakarış ve dualarını ihtiva eden bir eser. Bu dualar içinde veliler sultanı Hz.Ali’nin yakarışları, cennet gençlerinin efendileri Hz.Hasan ve Hüseyin’in duaları, Muhammed İbn Hanefiye’nin salavat ve yakarışları, Zeynelabidin Hazretlerinin münacatları, Cafer-i Sadık Hazretlerinin değişik vesilelerle okuduğu duaları yer alıyor.

ÖRNEK HAYATLAR

Hz.Osman nasıl müslüman oldu

İlk Müslümanlar’ın pek çoğunda olduğu gibi Hazreti Osman’ın Müslüman olmasında da Hazreti Ebû Bekir’in emeği vardı. O, Hazreti Ebû Bekir’in vesile olması ile Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gitmiş ve hakikate gönlünü açarak ilk Müslümanlar arasında yerini almıştı.

Bir gün eve döndüğü esnada teyzesi Sudâ binti Küreyz ile karşılaştı. Teyzesi onu görünce şiir okumaya başladı. Okuduğu şiirde Efendimizin peygamber olarak gönderildiğini ifade ediyordu.

Kalbine bir kor düşmüştü. Teyzesinden ayrıldıktan sonra zihninde sayısız soru işareti dolaşıyordu. O an aklına Hazreti Ebû Bekir’in yanına gitmek geldi. Hızlıca onun yanına gitti. Ebû Bekir (radıyallahu anh) yalnızdı. Selam verip içeri girdi ve oturdu. Hazreti Ebû Bekir kendisini düşünceli görünce sebebini sordu. Hazreti Osman, ona teyzesinden duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir:

- Yazık! Sen ki akıllı başlı adamsın. Doğru ile yanlışı kolayca ayırabilirsin. Şu kavminin tapındığı putlar da nedir? Onlar hissetmeyen, görüp duymayan taşlardan ibaret değil midir? Bunu nasıl görmüyorsun, diyerek bir manada onu intibaha getirmeye çalıştı.

Teyzene kulak ver! 

Hazreti Osman da:

- Doğru vallahi, onlar aynen senin dediğin gibiler. Peki ne yapmalıyız, diye sordu.

- Teyzenin dediklerine kulak vermelisin, dedi Hazreti Ebû Bekir. O, Sudâ hatunun dediği gibi Allah’ın Resûlü’dür. Allah, Muhammed ibn-i Abdillah’ı insanlığı Hakk’a davet için gönderdi. Gidip onu dinlemez misin? Tevafuk bu ki tam o sırada Allah Resûlü de Hazreti Ebû Bekir’e uğramıştı. Efendiler Efendisi oturdu ve bir süre sonra Hazreti Osman’a doğru dönerek,

- Ey Osman! Allah’a teveccüh et ki Cennet’ine giresin! Ben bütün insanlığa gönderilen peygamberim, buyurarak onu İslam’a davet etti.

O an Allah Resûlü’nün mübarek ağzından duyduğu sözler kendisine o kadar saf, sade ve tesirli gelmişti ki kelime-i şehadet ağzından dökülüvermişti. Elini Resûl-i Ekrem’in eline verip biat etmiş ve Müslüman olmuştu. Müslüman olduğunda henüz 34 yaşlarındaydı...

BiR AYET

“Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındaki kimselere de güzel muamele edin.” (Nisa, 4/36)

BİR HADİS

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde
tutarsan, senin için kötüdür. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.” (Tirmizî, Zühd, 32)

Bakmadan Geçme