Yılmaz Özdil'in Osmanlı Hakanı Sultan Abdülhamid için kaleme aldığı yazı gündeme oturdu. Aslında gündeme oturmasının sebebi içeriğinden ziyade üslubu oldu. Yılmaz Özdil'in derdi tarihe hizmet miydi? Kesinlikle değildi. TBMM Meclis Başkanının organize ettiği bir program üzerine bol ironili, siyasi vurumlu bir yazıdan öteye geçmedi. Sıkıntı da büyük anlamda bu oldu.
Ülkemizde tarihe ve tarihi kişiliklere bakış daima ideolojik oluvermiştir. Kutuplaştırılan siyasetin günahını da en çok tarih ve tarihi kişilikler çekmiştir. Ne eleştiren ne için eleştirdiğini bilmiştir. Ne de savunan ne için savunduğunun farkında olmuştur. Kimsenin derdi, tarihe hizmet anlamında gerçekleri ortaya koymak olmamıştır.
Bir diğer sıkıntı da meseleler daima özünden çıkmıştır. Siyasi tercihler, kahraman kayırma derdi ile şekillenmiştir. Ecnebi memleketler, tarih sayfalarının satır aralarında kahraman aramaya çalışırken bizler satırlardan, sayfalardan ve tarihten taşan kahramanlarımıza sövegelmişizdir. Ne yaptıkları hiçbir zaman umurumuza gelmemiştir.
Osmanlı döneminde inşa edilen medeniyet ile ilgilenmek varken biz, "padişah içki içti mi, içmedi mi?"'yi konuşur olmuşuz. İçen adamı evliya yapmışız. "Hain miydi, değil miydi?" Hep magazin hep polemik... Yukarıda zikrettiğimiz üzere hep "öz"den öte kısır tartışmalara girmişiz.
Dönemin koşullarını hiç aklımıza getirmemişiz. Hiç tarihsel empati içerisine girmemişiz. Siyasi olarak kime yakınsak sorgusuz sualsiz kabul ediş yolunu tercih etmişiz.
Abdülhamit olayına dönelim.
Muhafazakar çevrelerin ilgi odağı baş hakandır Abdülhamid. İddialı olacak ama Sultan Mehmed'den dahi ön plana çıkagelmiştir. Maalesef bir türlü de ortası olmamıştır. Ya deha ya da başarısız. Herkesin bileceği üzere "ya ulu hakan" ya da "kızıl sultan"...
Deli gibi savunan kişilere sorsanız "neden Abdülhamid" diye inanın üç cümle duyamazsınız. Bu durum tersi eleştirenler içinde geçerlidir.
Şimdi de hükümetin sahip çıkmış ve değer veriyor olması olaya daha farklı bir durum getirdi. En büyük cehalet de bu. Neden seviyorsun? El cevap: Hükümeti seviyorum. Neden sevmiyorsun? El cevap: hükümeti sevmiyorum.
Kimse Yılmaz Özdil'in yazdığı gerçek mi diye sorgulamadı. Ya kabullendi ya reddetti. Peşinen söyleyim. Özdil'in yazısı kesinlikle hoşuma gitmedi. Birincisi üslubu son derece yanlıştı. İkincisi amacı siyasi idi.
Abdülhamid fanatiği hiçbir zaman olmadım. Zikrettiğim iki gruba da yaslanmadım. Doğruya doğru yanlışa yanlış....
T. Herzel'in Filistin için para teklifini geri çevirmesini takdir ettim. Ama 1878 Ayastefanos Antlaşması'nı bozmak için Kıbrıs'ı İngilizlere hibe etmesini reddettim. Bu mesele mühimdir. Filistin edebiyatı dillerdedir de Kıbrıs dilimize düşmemiştir.
Kalktı birisi "tek toprak kaybı olmamıştır."dedi. Büyük bir kesim inanıp peşinden gitti. Oysa imparatorluğun en büyük kayıpları bu dönemde yaşandı. Bulgaristan'ın büyük bir kısmı, Bosna Hersek elden çıktı. Romanya, Karadağ, Sırbistan, Kars, Ardahan, Batum, Artvin, Tunus, Kıbrıs... Ötesini diyeyim Doğu Trakya dahi Bulgaristan ile birleşti.
Bunları bildim de eğitimde açtığı çığırları görmezden gelmedim. Açılan okullardan bir haber olmadım.
Allah var, bir gün "Kızıl Sultan" demedim. Ama "Ulu Hakan"ı da sorguladım. Tarihe bir bütün baktım. Çünkü Abdülhamid de benim Enver de Mustafa Kemal de. Cumhuriyet de benim Osmanlı da. Ne kutsiyet affettim. Ne yerin dibini reva gördüm. Yanlışı da benim doğrusu da.
Elin Fransızı Napolyon'u el üstünde tutmuş; Biz Cezzar Ahmed'i unutmuşuz. Var mı dahası?
Osmanlı Devleti diğer Türk Devletleri gibi destan niteliğinde kuruldu. Destana yaraşır şekilde yıkıldı. Hepsi bu. Arasını tarihe bırakalım. Hiçbir padişah evliya olmadı. Hatasız da değildi. Bizlere bir büyük medeniyet bıraktılar. 600 sene olmasa da belli bir dönem dünyaya hükmettiler. Evet İslama sancaktarlık yaptılar. İslama hizmet ettiler. Ama hata da yaptılar. Bu açıdan bakmak zorundayız.
Son söz, Abdülhamid büyük bir şahsiyettir. Doğrusu ile hatası ile. Biz doğrusunu dile getirdiğimiz gibi hatasını da söyleriz ama Yılmaz Özdil Efendi gibi seviyesizce değil.
Saygılarımla. ..