Emre ATEŞ

LOZAN TEK BAŞINA LOZAN DEĞİLDİR

Emre ATEŞ

Art niyet taşımadığı, tezatlar barındırmadığı sürece herşey tartışılabilmelidir. Tarih bilimi içinde geçerli olması gereken budur. Lozan Anlaşması da bu şekilde elbette ki eksikleri ve artıları ile ele alınmalıdır.  

Ülkemizde tarih kritik edilirken gözden kaçan (veya kaçırılan) ilk hadise, olayın dönem koşullarından bağımsız ele alınmasıdır.  Bunu yanlı bakış açısı takip etmektedir.  Bu da tarihe bir bütün olarak bakışın önündeki en büyük engeldir. 

Tarihsel bir olayın etkileri yaşandığı dönemin çok sonrasını etkileyebilir.  Süreç içerisinde benzer olaylarında eklenmesi ile daha büyük etkiler yaratır. Kartopu gibi hacim kazanan olaylar bileşkesi eninde sonunda bir yerde felakete neden olur. Üç yüz sene önce kartopu olan durum üç yüz sene sonra çığ olarak karşımıza çıkar. 

Lozan meselesine bakarken bu argümanı dikkate almak gerekecektir. "Hezimet midir?" yoksa "Zafer midir?" yaklaşımı ile yaklaşmak anlamsızdır. LOZAN TEK BAŞINA NE HEZİMETTİR NE DE ZAFERDİR.

Zafer, Türk Milletinin her daim karakteri olmuştur.  Hani denir ya: "Türk Milleti tarih yazmak için yaşamamıştır. Aksine yaşadığı tarih olmuştur. " Yazılacak bir dünya tarihinde de bu teze göre Türk Tarihi en itibarlı kısım olacaktır. Bu itibar, Türk Milletinin her ferdine özel bir vizyon yüklemiştir. Bu vizyonda yeri geldiğinde her başarıyı çıtası dahilinde kabul etmemiştir.  Yanlı olmamak kaydıyla Lozan Anlaşmasına "hezimet" diyenlerin bakış açısı bu yöndedir. Adalar meselesi olsun, Musul meselesi olsun sindirilemeyen konulardır. Bir bakıma haklı da bir serzeniştir. Ama bir bakıma...

Diğer bakıma da değinmek gerekir. O da " Şartlar dahilinde yapılabilecek olanın en iyisi" tezidir. Bu da "zafer " diyenlerin bakış açısıdır. 

Olması gereken ise doğru ve yanlışların nedenleri ile harmanlanmasıdır. Çıkan bulgularında olduğu gibi kabul edilebilmesidir.  

Ülkemizde yanlı tutum, cehaletin de eseri üzere daima günah keçisi aramıştır. Kar topu hiç dikkatini çekmemiş; sadece çığ ile ilgilenmiştir. Çığ'ın altına da dönemin aktörlerini bırakmıştır. 

Saygın bir gazetenin saygın bir yazarının paylaştığı şu sözler dikkat çekicidir. 
" On iki ada peşkeş çekilmiş; Musul kaderine bırakılmıştır."

İşte bu sözler, yanlı bir bakış açısının ifadeleridir. Tarihe bir bütün olarak bakmayan sadece sonu ile biçimlenen ifadelerdir. 1600'lü yıllardan beri süregelen yanlış yönetimlerin vebalini son döneme yükleme gayretinden başka bir şey değildir. 

Osmanlı Devletini dizilerdeki Ertuğrul döneminden ibaret değildir.  Her padişahımız bir Sultan Mehmet Han, Sultan Süleyman Han hiç değildir.  Osmanlı Devleti çok büyük bir medeniyet inşa ettiği gibi kötü dönemleri de olmuştur.  

Osmanlı Devletinin son zamanları, Avrupa'nın özellikle de Rusya'nın yükselme dönemleridir. Ne yazık ki sonu yaklaşan Osmanlı çıkar çatışmaları yaşayan büyük devletlerin "hami"liği ile ayakta kalmıştır.  Diğer bir ifadeyle alacağı nefesi uzatmıştır. Bu ifademizi bir örnek ile somutlaştıralım. Rusya'nın güçlenmesine karşı İngiltere uzun bir süre Osmanlı'nın hamisi olmuştur. Bu gerçek, hakiki tarihçiler tarafından olduğu gibi dile getirilirken kimi tarihçiler tarafından "denge" siyaseti olarak adlandırılmıştır. 

93 Harbi sonunda Ruslar İstanbul önüne gelmiştir.  Bu Payitaht için büyük bir tehlike arz etmektedir.  Neticede Ruslarla Yeşilköy anlaşması yapılır. Tahtta Abdülhamid Han vardır. Felaket sayılabilecek bir anlaşmadır. Rusya geniş haklar almıştır. Tam bu sırada İngiltere araya girmiştir.  Rusya'nın güç kazanması tedirgin etmiştir.  Yeşilköy Anlaşması yerini Berlin Anlaşmasına bırakmıştır. Sonuçları çok mu iyiydi? Kesinlikle hayır. Sadece Osmanlı biraz nefes almıştır. Ama üstüne Kıbrıs İngilizlerin eline geçmiştir. Başta geçici olsa da kısa bir süre sonra temelli İngilizlerin olacaktır.

Şimdi, yukarıda zikrettiğimiz saygın gazeteci " Abdülhamid Kıbrıs'ı peşkeş çekmiştir." diyebilmiş midir? Hiç sanmıyorum.  Demesin de zaten.  Hatalı bir olayda olsa "peşkeş" sözcüğü bir padişah için hoş olmayacaktır. Bu saygın yazara bu olayı yorumlatırsanız alacağınız cevap, "denge siyaseti" olacaktır. Abdülhamid Han'ın çaresizliğine vurgu yapamayacaktır. Lozan için görmek istemediği dönem şartlarını burada muhakkak öne sürecektir. Çünkü yanlıdır.

Kısa bir bahiste Adalara değinip konuyu toparlayalım. Trablusgarp ve Balkan hadiseleri arasında işgal edilen bu adalar Lozan ile İtalyanlara bırakılmıştır.  Düne bakmadan "günah keçisi" Lozan olmuştur.  O dönemde Trablusgarp'ta devlet olarak müdahale edemeyen Osmanlı'yı kimse konuşmamıştır. Adaların işgali esnasında ses çıkaramayan Osmanlı hiç konuşulmamıştır. Uşi ile Osmanlı'ya verilen Adaların Yunanistan korkusuna İtalyanlara verilmesi konuşulmadı. Koruyamama çaresizliğimiz kimsenin aklına gelmemiştir.  

İşte bu değerlendirmeleri yapmadan "Adalar peşkeş çekildi. " sözü kolaycılıktan başka bişey değildir. 

Lozan'ı değerlendirirken bu alt yapı kesinlikle dikkate alınmalıdır. Elbette Adalar,  Musul ( ki 1926'da kaydedildi. ) Türk Milletinin içinde bir yaradır. Ama Mondrosların, Sevrlerin gölgesinde yapılan mücadelenin bir sonucudur Lozan.  Ödenen bedellerin sertifikasıdır. Unutulmasın!!! Bu millet son üç yüz seneden beri savaşmaktadır. Bu millet,  hergün farklı bir mağlubiyet ile geriye çekilen bir millettir. 20.yy başında gidecek bir başka yeri kalmadığının farkında olup bu topraklar için mücadele eden millettir.  İşte bu millet canıyla, kanıyla bedel ödeyip Lozan'a imza atmıştır. 

Saygılarımla

Yazarın Diğer Yazıları