RAHMETLİ İLHAN ÇINAR BEYEFENDİN
ANISINA....
Yıllardan 1969 ve kış , aylardan ocak..Askerden yeni gelmiş ilk bulduğum işe müracaat etmiş böylece kasabamın elektrik işlerinden sorumlu “Belediye elektrik fen memuru” olmuş idim.Kasabanın elektrik tarihinde en genç fen memuru.
Olmayacak bir işin yapılması için ısrar eden eşraftan bir kişinin “bu işler çocuk-çoluğa kaldı” demesi üzerine aynada uzun uzun kendime bakmış ve vatandaş’a hak vermiş idim. Böylece bıyık bırakmaya başladım. Bıyıklı bir “fen memuru” daha bir “fen memuru” idi.
Beni işe alan belediye başkanı (merhum)Reis Bey’ in devri idi o zamanlar.(İlhan Çınar)Şu an o kasabada bir çok yol ve meydan halen onun adını taşır. Son derece otoriter çok uzun boylu yerine göre (genellikle )sert bir adam idi Reis Bey.Ara ara sabahın erken saatinde elektrik işletmesine gelir kapı önüne sandalyesini atar,sigarasını yakar ve çayını içerken personelin işbaşına geliş saatlerini kontrol eder idi.
Ondan o kadar çok çekinilirdi, ki geç kalındığında omuza komşunun bahçesinden alınan bir merdiven ele bir pense alarak sanki işe çoktan gelmiş pozlarına bürünülür idi.Bence bu kandırmacayı yutmaz (her halde büyüklüğün şanındandır.) ama öyle gözükür idi.Reis Bey çok özel çok çalışkan çok bilgili müthiş bir insan idi.
Memur maaşının 340 lira teknisyen maaşının 900 lira olduğu,bir buzdolabını 3500 tl olup taksit ile bir yılda çok zor ödenebildiği yıllardı o yıllar.
Belediye, iradını arttırmak ve bir imar hareketi başlatmak için eski mezarlık üstünde “belediye dükkanları” yapmak maksadı ile hafriyat’a başladı.Tabi kazanın tek greyder’ i tüm iş makinelerinin yapması gereken tüm işleri yapar ve ancak kendi makinisti tarafından kullanılabilen huylu 1945 model bir alet idi.Hafriyat merasim ve dualar ile başladı,hatta kazılan yerin bir mezarlık olması kasabada çeşitli dedikoduların da yayılmasına neden oldu.
Hafriyatın ilk günü hava kararır iken, greyder sökemediği bir demir nesneye takıldı..bıçağının takılarak bir türlü sökemediği bilinmeyen ve niteliği anlaşılamayan bu cisimden dolayı greyderin, yatırların gazabına uğradığı kanısını giderek kuvvetlendirdi.hatta greyder operatörü Makinist’in iman ve secere durumu göz altına alınarak incelenmeye başlandı.
Ertesi gün ortalık aydınlandığında iş anlaşıldı.greyderin bıçağının takıldığı nesne birinci dünya harbinden kalmış bir büyük top namlusu olduğu anlaşıldı.kenara çekildi,bol madalyalı eski muharipler tarafından meraklı halk bilgilendirdi.dört saat sonra muharipler ve kasaba halkı tarafından unutularak bir kenara atıldı.Kasaba tekrar olagan günlerine döndü.
Sonbahar ile birlikte yaklaşan ramazan ayı kasaba halkının yaşamında etkileri görülmeye başladı.Evlerin önünde bahçelerde aileler ateş yakarak sac üzerinde yufka yaparak ramazanı karşılamak, bura halkının en önemli etkinliklerinden biri idi. Birde iftar ve sahur zamanını kasaba halkına haber verecek gayet güçlü havalı korna takımının en yüksek elektrik direğine monte edilmesi işletme personelinin görevi idi.Bu gibi ramazan ve camii işleri bu kasabada yapanı şereflendirecek en önemli işlerden biri idi ve yardımcım Halil, bu onurdan asla ayrı kalamazdı.
Böylece bir hafta kala kornalarımız direğe bağlanmış yardımcım , Reis Bey tarafından her yıl olduğu gibi taktir edilmiş,iltifatlarına mazhar olmuş idi.
Benim çocukluğum Edirne’de geçti Edirne de ramazan daha bir görkemli olurdu.Selimiye camii avlusunda patlatılan ramazan topunu seyretmek için çok kere iftar zamanı orada olur,topun patlamasını izler ve koşarak evime döner ve sofrada olan ailemden alışkın olduğum azarları işittikten sonra katılır idim.O günlerde bu anılar kafamda bir fikir canlandırdı. Neden olmasın. şeker var un var helva yapmak için bir tek Reis Bey in izni lazım.Ertesi gün Reis beyin huzurunda idim.
Görkemli Edirne ramazanlarını anlatarak söze girdim ve fazla uzatmadan gerçek bir top sesi ile bozulan orucun ne kadar nostaljik ne kadar uhrevi olacağını mümkün olduğu kadar kısa keserek,çünkü Reis Bey uzatılmış lafları sevmez, anlattım.Her anlatılan on teklifin dokuzunu reddeden Reis bey,hayret verecek şekilde fikri sevdi.Derhal telefona sarılarak sağa ve sola telefon ederek emirler yağdırdı.Fikrin babası ben olduğuma göre projeyi yönetmekte doğal olarak bana verildi.
Hemen hazırlıklara başladık. İlk evvela takriben 2.5 metre boyunda 200 kg ağırlığında olan top namlusuna,tekerlekler yerine 2 metre boyunda ulu bir ağaca ait kütüğü demir şeritler ile bağlandı bu işi belediyenin her derde deva ustası “çavuş” lakaplı ustamız (Hüseyin Usta) özenerek yaptı.Ben iş bölümünde barut temin görevini yüklendim.En yakın MKE deposu Adapazarı nda imiş onu öğrendik ve yollara düştük.
Yolda trafik ekiplerine yüksek süratten ( o yıllarda nasıl ölçüldü bilemem)15 lira ceza ödedim Bu cezanın cebimden çıkacağını bildiğim halde keyfim kaçmadı.Siyah silindirik 500gr karton kutularda yeteri miktar barutumuzu aldık ve sabah çıktığımız ilçemize akşam döndük.Barutları o akşam evimde misafir ettim.yatağımın baş ucunda varlığı bütün gece uykumu kaçırmaya yetti.Ertesi sabah önce işletmeye sonra Başkan beyin huzuruna çıktım.
_Efendim İşaret buyurduğunuz üzere barutumuzu aldık ve salimen getirdik,topumuz deseniz o da hazır.şimdi emirleriniz ile topumuzu denemek isteriz.dedim
Başkan bana “Sayın Fen memuru o iş bizim ihtisasımız dahilinde değildir.ben araştırdım komşu bir ilçe (Yalova) bu top işini çok uzun yıllardan beri yapmakta imiş,o ilçenin belediye başkanı ile görüştüm.Top’un zimmeti itfaiye gurubunda imiş ve dahi patlatma görevi itfaiye erlerinde.Biz istediğimiz taktirde kendiler bize yardım etmekten zevk duyacaklarını bana anlattılar.Şimdi ben onları çağırıyorum top’umuzu patlatsınlar ve bizi bu konuda eğitsinler.”
O gün hiç bir iş yapmadan sandalyelerimizi işletme önüne attık civar ilçeden gelecek eğitimcilerimizi bekledik. Uzaklardan önce siren sesi,arkasından çan sesleri ve motor homurtuları geldiğinde eğitimcilimiz ile pek yakında karşılaşacağımızı anladık.
(o yıllarda İzmit Yalova arasındaki o yoldan on dakikada bir araba geçer veya geçmezdi) Nitekim Büyük bir Arozöz köşeyi büyük bir hızla dönerek işletme bahçesinden içeri girdi.İçinden ve arkadan inen dört itfaiye eri derhal tek sıra saf tuttuklarında daha araç durmamıştı bile.
Derken ön sağ kapı yavaşça açıldı ve içerden omuzları yıldızlı göğsünde bir sürü manasını bilemediğimiz nişanları olan kısa boylu kır saçlı yaşı orta yaş üstü göbekli zat görkemli ve asil bir tavır ile araçtan inerken benim ve adamlarımın da gayri ihtiyari saf tuttuğumuzu ve esas duruş gösterdiğimizi fark ettim. Adamın karizmasına bende şaşırdım.İtfaiye amiri bu zat olmalı idi veya böyle bir zat ancak itfaiye amiri olabilirdi.Bize mağrur bir ifade ile fakat bir sümüklüböceğe bakar gibi baktı ve top nerede dedi.Bizler dördümüzde (elektrik işletme teknik personeli) sanki talimli imiş gibi.5 metre ilerdeki topu dört elle işaret ederek burada efendim dedik.Topu inceledi,sağından baktı solundan baktı bir şeye benzetememiş insanların bedbinliği ile topu inceledi.Ve adamlarına ve bize emirler yağdırmaya başladı
-Kazma getirin
-Su getirin
-Yeri kazın
-Barutu verin
önce yeri güzelce kazdık bir çukur hazırladık,su döktük çamur yaptık sonra içine paçavralar atarak çamur ile bir güzel karıştırdık.Amirimiz barut kutusundan bir avuç barut alıp itina ile kuru bir kağıda sararak namludan içeri yolladı bir sopa ile içeri, sona kadar ittirdi.
Önce kuru paçavralar ile barutu sıkıştırdı, çamurlu paçavraları en son koydurttu sopalı bir tıkaç ile sıkıştırttı.amirimiz.sonra ateşleme deliğine bir tutam barut kordu.Ve hepimiz toptan olabildiğince uzağa gönderdi.Biz ne kadar uzağa kaçarsak elinde ateşli sopa olan amirimiz gözümüzde ve gönlümüzde o denli büyüdü.Amir yavaşça alevi ateşleme deliğine değdirdi.ve bizim topumuzdan cesamet ve haşmetine hiç yakışmayacak,aynı zamanda amirimizin yüceliği ile hiç uyumu olmayan “pfloop” diye zayıf bir ses çıktı ki civar esnaftan hiç biri kafasını uzatıp “bu nedir” diye merak bile edemedi.
Amir şöyle bir baktı yarım bir ağız ile projenin yürütücüsü olan bana sadece “bu patlamaz ”dedi ve İtfaiye aracına bindi Yine aynı hız ve tantana ile sirenlerini öttüre öttüre gitti.5 dakika sonra dahi sesi uzaklardan geliyor idi.
Büyük hayal kırıklığı yaşadık. Tüm işletme personelinin yüzünden düşen bin parça idi.Bu durumu reis beye derhal aktarmamağa karar verdim.giden itfaiye aracının sesi kesildikten sonra biz büyük bir cesaret ile topu aynı şekilde tekrar doldurduk sadece fark olarak bir avuç değil iki avuç barut koyduk.ateşledik.breh ki breh onların patlattığı sesin 10 misli sesi barutu iki defa arttırarak elde etmiş idik kaba bir hesap ile dört avuç barut bu kasabaya iftar da yaptırır,sahura da kaldırır.Ben bunları hesap ederken yardımcımın Halil, reis beye müjdeyi ulaştırdığını ve bütün aferin’leri topladığını hafif bir haset ile anlamam fazla uzun sürmedi.Allahım bu durumlarda niye hep geç kalırım ki...
Ertesi gün, her derde deva amele başı çavuş ustanın yönetiminde bütün belediye personeli “kütüklü top”umuzu su deposuna (kırk merdiven) taşıdık. Ve yerine bir daha kıpırdatmamak üzere yerleştirdik.artık bizimde kasabamızda diğer tarihi yerleşim merkezinde olduğu gibi bir ramazan topu vardı.Çok gururlandım olsun varsın bütün taktirler yardımcıma gitse de yukarıda Allah var o biliyordu ya.
Topu çıkartırken yanında bir koli’de barut çıkartarak su deposuna kilitledik. Kullanmak üzerede koliden bir silindirik kutu yanımıza aldık.Önce dört avuç barutu bir paket halinde topun içine ağızdan doldurmak gerekiyor idi.Unutmadan söylemeliyim bizim topun tüm beslemeleri ağızdan yapılıyor.
Bir yandan da belediye çalışanları büyükçe bir çukur kazıp aşağıdan getirdiğimiz paçavraları su ile çamurlu paçavra hazırlıyor idiler.
Yardımcım Halil , top başı yapmış beni çağırıyor idi.pek hayıra çağırmaz, yanına gittim eline aldığı silindir ½ kg barut kutusunu topun ağzına sokup çıkartıyor bana da bu kutunun sanki bizim topun ağız çapı hesap edilip yapılmış olduğunu anlatıyor.Bir yandan da bırakayım mı bırakayım mı Usta (!) diyerek benimle kendi mizah anlayışına göre alay ediyor idi.Bırak ulan dediğimde hiç düşünmeden o saniye ellerin açtı ve canım kutu lök diye bir ses çıkararak topun dibine oturdu.Felaket böylece başladı.şimdi topumuzun böğründe dört avuç değil kırk avuç barutumuz vardı.
Önce bir sopa ile kutuyu çıkarmaya çalıştık.kutu ile namlu o kadar rigit idi ki katiyen yukarı alamıyor idik.demir bir çubuğu batırıp almaya da kimse cesaret edemiyor idi.önümüzde iki seçenek vardı ya topu bu hali ile allaha emanet edip patlatacağız yada bir vinç bulup top’u tersinden havaya kaldırıp barutu,yer çekiminden faydalanarak alacağız.
O yıllarda bir vinç bulmak imkan dahili olası bir iş değil.çaresiz patlatacağız.en azından çamur paçavra ile sıkıştırmaz isek pek zararlı olmaz diye düşünmekteyim.
Ve arkadaşlara bu durumu anlatarak günlerden beri top top diye ihmal ettiğimiz esas işimizin başına döndüğümüzde güneşin en tepede olduğu saatler idi.
İftara az kala ekibim ve bir gurup meraklı çalışan ile top başı yaptık.Yakınlardan geçen belediyemizin çöp toplama kamyonunun üç kişilik personeli kasabada bir efsane haline gelipte sonra fos çıkan topunu yakından görmek için yollarını değiştirerek gelmişler,çamur ve paçavraları görünce sırf bize yardımcı olmak amacı ile çamurlu paçavraları namludan doldurup tokmağı ile bir güzel sıkıştırmışlar.
Makbule geçsin diye de yarım saat tokmak ile dövüp durmuşlar ki breh…breh…..Bunu öğrendiğimde içimden saçımı başımı yolmak geldi.ama bunu hissettirmemeli metin olmalı azıcıkta kurnaz olmalı diye düşündüm.O sırada yanındakilerle koyu bir muhabbete dalan ve durumdaki vehameti hiç de dert etmeyen yardımcım Halil’e seslendim.ve
-Yahu üstad benim evimde iftara davetli misafirlerim var.sen şu topu patlat ta gel dediğimde.benden kurnazlık ve uyanıklıkta fersah ve fersah ileri olan yardımcım.(bu teklifi yaptığıma hala utanırım)
-sayın fen memuru bu canavarı sırf yağcılık olsun diye sen yarattın nasıl bu hale getirdiysen o şekilde de patlat.ben delimiyim benim evde yolumu bekleyen üç çocuğum var dedi.iftara on dakika var ki bu top patlamaz ise topla bohçanı kasabayı terk et.büyük bir açmaz içindeyim.üstelik te çok korkuyorum.Topu patlatsam top beni parçalayacak patlatmazsam reis bey parçalayacak.
O an aklıma çok parlak olduğunu şu an bile kabul ettiğim bir fikir geldi.işletme kamyonetinin arkasında her zaman iletken bakır tel bulunur, ben bu teli topun ateşleme ağzı ile 20 metre geride bir zeytin ağacı arasına gersem,telin üzerinde kayabilecek bir çengel yapsam,bu çengele ateşlenmiş alev alev bir benzine batırılmış üstüpü’yü uzaktan topun ateşleme deliğine kaydırdığımda biz yanına yaklaşmadan topu patlatabiliriz.
Nitekim dediğim planı büyük bir hız ile uygulamaya geçtim.çünkü zamana karşı yarışıyordum.Diğerlerinin durum pek umurlarında değil idi her durumda onlara seyirlik bir şey veya dedikodu malzemesi çıkacak idi yinede sağ olsunlar yardımlarını esirgemediler.
Tesisatı kurduk benzin ile ıslatılmış paçavrayı kayar çengele bağladık.kendimizi atacağımız siperlerde hazır. Bir elimde çakmak gözüm kasabanın camisinde minarede.
Derken kandiller yandı,çakmağı yaktım paçavrayı tutuşturdum kayar çengele yol verdim.çengelin topa gidişini bir metre kala kendimi çukura attım.O ne ki çukur dolu. seyirciler ve görevliler(!) kendilerini çok daha evvel çukura atmışlar tespih böceği gibi kıvrılmışlar bekliyorlar o hızla doksan kiloluk bedenim ile bende üstlerine düştüm.Bende “allahım bu insanlar niye bu kadar olaylara ilgisiz” diyordum ki lafımı geri aldım.meğerse herkes umulanın üstünde çok ilgili imiş.
Saat gibi geçen Saniyeler sonunda top mop patlamadı neler oluyor diye kafamı ihtiyatlı şekilde çıkartarak yirmi metre ilerdeki top’a baktığımda,benimle alay etmesinler diye şimdiye kadar söyleyemediğim ama gördüğüme emin olduğum veya öyle zannettiğim bir olay ile karşılaştım.Bizim koca top namlusu patlamıyor ama tir tir titriyor idi. Durumda anlayamadığım bir acayiplik vardı.tekrar sindim o an önce deprem gibi yer sarsıldı sonra bir daha ömrümce duymadığım ve duymayacağımı zannettiğim bir gürültü ile sarsıldık.uzaklardan kırılan cam seslerine ağlayan çocuk sesleri ve her şeyi örten kesif bir duman ile yerimizden doğrulduk.top bir tarafta bağlı olduğu kütük değer tarafta. Kimsede çıt yok herkes suskun.bütün ağaçlar,dallarına paçavra bağlanmış dilek ağaçları gibi.paçavralar içinde.
Ertesi gün mü? Ben reis beyin karşısında,başım öne eğik,el-pençe divan şiddetli şekilde azarlanmaktayım,.Ogün başkanın huzurundan çıktıktan sonra azarlanmanın verdiği ağırlık ile dalgın dalgın yürürken çocukluk arkadaşım Osman (tatar) yanıma geldi.bana “ne duruyorsun lan , denizçalı da kurulan bir fabrika (aksa) eleman alacakmış civar köylerden delikanlıları işe alıyorlar, gelmeyenleri dövüyorlarmış.Üstüne üstlük her aldığı elemanı da İtalya ya dört aylığına götürecekmiş dedi.
Haydaaaa ! O an bütün dengem ve hayallerim değişti.”hadi hayırlısı” dedim kendi kendime..Venedik, kanal gondol, sophia loren gözümün önünde canlandı kulaklarımda bir melodi “I found my love in portofino”
eski ile yeni her şey birbirine karıştı.Ben yirim (!) böyle fen memurluğunu.Giderim anasını satayım.dedim kendi kendime..
Teşekkürler Vedat Aytaçoglu abi.....