Eskiden çok eskiden çocukken hayata bakış açım sadece bu kadar kıttı. Bir ortamda, çarşıda, pazarda, okulda zora düşünce, söyleyecek sözüm kendimi ifade edebilecek bir becerim olmadığı için birde üzerine gençlik ve cahillikte eklenince hemen bak akıllı ol senin ağzını burnunu kırarım derdim karşımdakine.
Çoğu zamanda yapardım.
Ellerime her baktığımda o zamanlardan kalan yarıklar, patlaklar, çatlatmak hep içimi acıtır. Fakat o zamanlar bu yaptıklarımla hava atardım çevreme bak ne posta koydum ama görüyor musunuz hemen korktu der bunu çok büyük bir işmiş gibi böbürlene, böbürlene anlatırdım. Hani gücüm, sağlam arkadaşlarım ve cahilliğim vardı.
Nede olsa sporcuydum!
Tekvando, boks, tahai boks deli gibi yıllarca hem bu sporları öğrendim hem de çocukluğum, gençliğim maalesef ahmakça kavga, gürültü ile geçti. Aslında annem öğretmendi ama öyle okumayı yazmayı seven bir çocukluğum geçmemişti. Kavga ve gürültü daha havalıydı. Derken lise yılları ve birden okumak daha cazip geldi. Ama öyle felsefe, tarih, edebiyat, sanat değil! Yine şiddet, asmalı, kesmeli, vurmalı, kırmalı romanlar ile oldu başlangıç. Genelde çizgi roman ağırlıklı!
Okudukça hep kafa atmak için kullandığım kafam ne hikmetse dolmaya, doldukça da eğilmeye başladı. Sonra yaşamın aslında sevgi üzerine kurulduğunu ve her kapıyı sevgi ve hoş görünün açacağını öğrenmeme vesile olan Reşat Nuri Güntekin ile Küçük İskender ile Yahya Kemal Beyatlı ve birçok üstat ile tanıştım. Sonra okudukça bir tuhaf oldum. Meğerse kafam bomboş olduğu içinmiş bütün agresifliğim. Dinlemeyi bilmiyormuşum ki! Konuşamıyor, tartışamıyor, kendimi cümleler ile ifade edemediğim içinmiş bütün kavgacı, gürültücü, isyankâr hallerim.
Artık konuşa biliyordum.
Aslında dinleyince cevap verebiliyor, cevap verebilince tartışıyor, tartışınca eksikliklerimi görüyor ve sanki kendime daha çok güveniyordum.
Ama yine yazmayı sevememiştim.
Yazmak bana hep eziyet gelmişti.
İlk uzun, uzun yazmaya gazeteyi açınca başladığımda buradan da oldukça eleştiri ve şikâyet almıştım. Ne biçim yazıyorsun! Neden dikkat etmiyorsun! İmlan, dilbilgin ne biçim senin!
Ama bu yorumlar daha önemsememi, daha dikkat etmemi sağladı.
Olumlu yâda olumsuz tepki almak, dikkate alınmak, karşılık bulmak ve en önemlisi binlerce insanın sizi takip ettiğini bilmek muhteşem bir duygu ve sorumluluktu.
İşin özü okudukça, sporun kavga, gürültü için değil, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için gerekli olduğunu. Bağırıp çağırmanın sadece acizlik, zayıflık, korkaklık olduğunu, cesur insanların kişiler ile değil inandıkları değerler uğruna savaş veren, hedefleri olan, davaları olan, bu uğurda gram yolundan dönmeyen, korkmayan, yılmayan gözü kara insanların gözlerinin korkmadığını sadece morardığını gördükçe doğru yolda olduğumdan emin oldum.
Ne olurdu ki, bir insanı dövmek, vurmak, yaralamak, öldürmek! Bu cesur insanların işi değil korkak insanların işiydi! Cesur “ADAM” davası olan, inancı olan “ADAM” dı. Oysaki korkak insanlar kendilerinin ne kadar onursuz, zavallı, çaresiz olduklarını o kadar iyi biliyorlardı ki, içlerindeki amansız savaş öyle büyüktü ki, kendilerinden güçsüz insanları ezerek! Kendilerinden güçlü insanların karşısında dansöz edası ile kıvırarak hemen her şekli alabiliyorlardı!
Evet, güç endeksli olmadım!
Dün “ADAM” sandığımız, yanında yalnızlığını, ezilmişliğini paylaştığımız, haksızlık karşısında aman tezgâhım bozulur kaygısına izin vermemek için kıyakları elinin tersi ile iten, haksızlık yapıyorlar, adaletsizler, zulmediyorlar diye kükreyen zavallıların aslında ne kadarda ucuz olduklarını görünce! Beni de saflarına çekip susturmaya çalışanlardan gelen bütün teklif ve kıyaklara sırtımı döndüğüm ve inandıklarım uğruna ne pasına olursa olsun mücadele vermeye devam etmenin ne büyük, zor ve meşakkatli bir yol olduğunu çok daha iyi anladım ve kendimle gurur duydum.
Gazeteyi kurduğumuz günden bu yana para kazanmak için hiçbir kaygımız olmadı, hatta cebimden ciddi paralar çıktı. Çünkü para kazanmak için reklam almam, reklam alınca da bazı kişilerin ricalarını yerine getirmem gerekecekti. Ama adamlığımı kaybettikten sonra param olsa ne olurdu ki?
Evet, ekonomik kriz hepimizi vurdu, belki yıllardır ayakta tutmaya çalıştığım gazetemi küçültmem gerekecek, belki daha çok çalışmam gerekecek ama yinede bunların hepsini kafam dimdik yapacağım/yapacağız. Bugün yaptığımız haberler ile ilçeden ve bölgeden gerek yerel, gerek ulusal haberler yaparak her gün bıkmadan, yılmadan, usanmadan çalışmaya devam edebiliyorsak bunun nedeni duyduğumuz sorumluluk.
Yola çıktığımız günden bu yana bizleri hiç bırakmayan, her zaman yanımızda olduklarını hissettiren, bir kek ile bir şişe süt ile yaptığı resim ile yazdığı kitabı ile telefon açarak, mesaj atarak bizleri ailesi gibi gören, hissettiren, samimi ve içten davranan binlerce kişi hangi paraya, makama, mevkie değişilir ki?
Evet, kimi zaman kızıyor, kimi zaman gurur duyuyor, kimi zaman yuhalayıp, kimi zaman alkışlanmak değilmiydi zaten gazeteciliğin ta kendisi?
Bizim paraya, makama, mevkie değiştirilemeyecek kadar büyük bir davamız var. Hedeflerimiz, sorumluluklarımız, inandığımız değerler var! Her geçen gün sürekli büyüyen kocaman bir ailemiz var. İnsanlara sevgi ile bakıyoruz. Kin, nefret, kibir, öfke, intikam inanın üstünüzde sadece bir yük olarak kalıyor ve nereye giderseniz sırtınızda sürekli ağırlaşıyor ve büyüyerek olduğunuz kişiden uzaklaşmanıza neden oluyor.
Hayat oysa o kadar uzun ve bitmeyecekmiş gibi gelse de inanın çok çabuk geçiyor ve bitiyor. Güzel, huzurlu, konforlu bir hayat için memleketimize ne faydamız olur? Çocuklarımızı ne kadar kaliteli büyüte biliriz? İlçeden uyuşturucuyu, kazaları, belaları nasıl def edebiliriz? İlçemizin eğitim ve sporda elde ettiği başarıları nasıl destekleye biliriz! İlçemizi kenetleyip nasıl bir bütün haline getirebiliriz?
Bırakın rant peşinde koşanlar biraz daha kıç yalayıp köşe kapsınlar! Biz cennet gibi memleketimizi nasıl daha muhteşem bir hale getire biliriz ona harcayalım enerjimizi.
Sevgi ile huzur ile mutluluk ile hayırlı Cumalar dilerim…