Neden Değiştin Böyle ? - Ercan Buber

Neden Değiştin Böyle ?


Bir yıl daha geride kaldı ömrümüzde.

Nedense daha çabuk geçer oldu, eskiye nazaran yıllar. Umut dolu bir yeni yıl yazısı bekliyorsanız, yanılıyorsunuz dostlar. Artık ne bir tad, ne bir hoşluk kaldı yaşama dair. Ne yeşilin rengi, eski yeşil. Ne denizin mavisi, eski mavi. Ne de insanı, “eski insan” buraların. “Cemaat Kapitalizmi”nin o yıkıcı kâr hırsı talan alanına döndürdü çocukluğumun Karamürselini  ve onun sosyal dokusunu. Fazlasıyla duygusal olduğumdan mıdır, alışamadım bu düzene ve onun insanı köleleştiren, tek tipleştiren çarklarına.

Paranın ve maddi gücün her türlü değerin önüne geçtiği, yozlaştırılması pahasına “dinin maddi çıkarlar aleminde” kullanıldığı bu düzende, o insanların yüzlerine dahi bakamaz oldum. Çevremdeki bir sürü insanın daha yirmi yıl evvelki yaşam standartlarını çok iyi bilip de; bugün şifrelerini gayet iyi çözdükleri, “siyasal iktidar-cemaat dayanışması formülüyle” palazlanıp, geçirdikleri o “sahte başkalışımı” gördükçe, miğde bulantılarıma engel olamaz oldum. Hele geçmişte kendini “vatan sever ilan” etmiş “palavradan vatan sever”, “kişisel ihtirasları ve iktidar hırsıyla” bu insanlarla ittifak içinde yan yana oturdukları “demokratik talan sofralarında” paylaştıklarına şahit oldukça, onlardan da nefret eder oldum. 

Samimiyetsizliklerini gözlerinden okumak istemeyişimden midir, yoksa bu kadar pişmiş ve sisteme entegre olmuş kişiler karşısında kendimi “saf ve küçük düşmüş” hissedişimden midir nedir, gözlerimi ve varlığımı kaçırır oldum çevremdeki tüm bu şahsiyetlerden. Ve daha da acısı, gerçek dostum diye gördüğüm bazı insanların, aslında benimle benzer ruh hali içinde olmalarına rağmen, bu düzenden tırtıkladıkları üç beş kuruşa tamah ederek, sistemin çarklarına su taşımalarına ve çocuklarımızın geleceğine döşenen dinamitlerin farkına varamamalarına anlam veremedim. 

“Samimi, beklentisiz, karşılıksız, hesapsız gülebilen ve hatta ağlayabilen gözleri görmeyi o kadar çok özledim ki etrafımda dostlar”. Düşlerimde nedense, “gözlerimizi birbirimizden kaçırmadığımız” ve “sıcak bir merhabayı” esirgemediğimiz insanların olduğu; kirli çıkar ilişkilerine kurban gitmemiş “ıssız bir sahil kasabasında” yaşarken bulurdum kendimi. Başımı alıp gitmeyle ilgili hep bir umut vardı içimde. Can Baba’nın dediği gibi: “Başka türlü bir şey(di) benim istediğim. Ne ağaca benzer(di), ne de buluta. Burası gibi değil(di) gideceğim memleket. Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava”. Ama şimdi, kendimi nereye koyarsam koyayım, oraya sığamaz oldum. “Bırak, dışarıda ne olursa olsun, sen kendinle uğraş” derdi aklım daha düne kadar. “Kendini yenilemeyi başarabilirsen, gitmene de gerek kalmaz belki uzaklara. Yoksa, oralara götürdüğün yine eski sensen, ne fark edecek ‘yeni yerde eski’ sen” diye sorgulardım kendimi. Heyhat, içinde yaşadığım “çevre” ile “benliğim” arasındaki uyumsuzluğun “o hırpalayıcı fırtınaları”, eskisi kadar sert esmemekte artık. Daha düne kadar, “ya ‘birincisi’ değiştirilmeli, ya da ‘ikincisinde’ bir merhale katetmeliyim” diye düşünürdüm bu fırtınayı dizginlemek için. Şems-i Tebrizi’nin kurallarındaki gibi; “…her an, her nefeste yenilenmeli; yepyeni bir yaşama doğmak için, ölmeden önce ölmeli” insan derdim.Bu güzel ve şirin karamürselimde ama artık yitiriyorum ümitlerimi...

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI